Pazar, Aralık 17, 2006

süveyda*

kapattı kapıyı büyük bir korkuyla, girmemeliydi içeri "o"... pencereye vuran rüzgar ruhunu acıtıyordu, yağmur fısıldıyordu kulağına, "sakın açma, açarsan ölürsün"...biliyordu bunu, buna rağmen açtı, içindeki tüm kirlenmişliğe rağmen, tüm çelişkilere ve tüm hayat kırıklığına rağmen izin verdi...
ağlıyordu, sanki göğsünden bin yaşanmış hayat parça parça, omuzlarını sarsarak çıkıyordu...

öleceğini biliyordu, bilmesine rağmen artık süveydaya bıraktı kendini...ölse bile, en azından, birçok kişinin tatmadığı bir şeyi, en azından bir kere hissetmenin verdiği buruk mutluluğu bilerek ölecekti...
ve açtı kapıyı...

artık içinde süveyda dolaşıyordu
nefesinde
gözlerinde
her şeyinde...
süveyda vardı...

kanı kırmızı değildi artık,
kapkara akıyordu damarlarında
o acımasız sıvı...

kalbindeki bu gizli günahı nasıl atardı
insan nasıl durdurur
kanının akmasını?

ama bu öyle bir andı ki, artık durdurmak istemiyordu


bütün tükenmişliğine yüreğinin, bütün anlamsızlığına varlığının ve bütün çıplaklığına rağmen...

bıraktı kendini sevdaya...






*kalpte olduğu farz edilen küçük siyah nokta...İnsan aşık olunca, bu siyah nokta bütün vücudu ele geçirirmiş, kanın kara akarmış. Kara sevda dedikleri buymuş...

Salı, Aralık 12, 2006

.

derler ya hani,
içinden doğduğunda bir şey
o iyi veya kötü olmaz
gerçek olur...
bugün içimden bu geldi benim de


yaklaşırsak birbirimize
derinleşir uçurumlarımız
ellerinde rüzgar
saçlarımda sen

olamayız...

derinleştikçe, ağlar çünkü ruhlarımız
ne ben yadsırım içindeki çığlığı
ne de sen gözlerini alabilirsin
dudaklarımdaki hikayeden

kaçamayız...

Perşembe, Aralık 07, 2006

nefes*

bir zaman sonra...
insan sadece gökyüzüne bakmak istiyor...zaman hainliğinden durmazken, ellerinde kalan tek şey mavilikler oluyor bir zaman sonra...

ve içinde titreyen yıldız alaylarıyla yaşıyorsun gün be gün...
onların parlama umudu seni yaşatıyor...
birdenbire bir şeyler değişse, bir yere gitsen..bulsan kendini hiç bilmediğin bir yerde, hiç bilmediğin bir kişide..
elinden alınmasını istemiyorsun bazı şeylerin...
yıldız alayları aslında seni yaşatan...
hep içinde titreyen
bazen parlayan bazen sönen...

bazen de öyle yıldızlar var ki içinde, hiç görememişsin hayat boyu...onlar parlamayı beklemiş sen ise yummuşsun gözlerini korktuğun için...sonra aklına geliyor ama...
anlıyorsun...

kelebek kadar ömrümüz var
uçmasa yazık
gerisi boş...

*hem mai ve siyah kitabından, hem de Redd'in nefes adlı şarkısından esinlenilmiştir. çok güzel kitap, çok güzel şarkıdır...

Cuma, Aralık 01, 2006

savaşlar ikiye ayrılır bana göre dedi
küçük savaşlar vardır...
Afganistan'daki savaş...Irak savaşı...bunlar küçük savaştır...

sonra gözlerini bana dikti...
yüzünü yaklaştırdı ve fısıldayarak:
ama aslında senin içinde
kimsenin tahmin edemeyeceği bir savaş vardır
ve asıl büyük savaş budur...

we hardly knew what you were capable of doing..
so why don't you give it a try?

ben yalnızca başımı sallayabildim...bir şey diyemedim...
sonra sordu...
hayatın anlamını arayan var mı...
ben elimi hafiften kaldırdım...
ama çok hafif...ben buradayım türünden el kaldırmalardan değildi...

sonra, peki nasıl daha başarılı olurum sorusunu soran var mı dedi...
salonun %95i el kaldırdı...

çok normal bir durumdu aslında...
1. soruya en çok el kaldıran üniversite ODTÜ olmuş
2. soruya en çok el kaldıran üniversite ise Boğaziçi...
ikisine de şaşırmadım
siz hangisine kaldırırdınız?

sorularına devam etti...
ben dünyayı değiştirebilirim diyen var mı?
elim çok kararsız kaldı, yine yarım el kaldırdım çok hafif...

oh you'll learn about it...
you harvest till you can't make no more

sonra yine bir farkındalık...
herşeyi yarım yapıyorum
herkesi yarım sevip
yarım yaşıyorum...

all that's eating inside
all that's eating inside

geçen Tarih dersinde, hoca sordu "şiir yazanınız var mı?" tüm amfiye
benim elim yarım kalktı...
değer verdiğim bir arkadaşım kızdı bana...
elini neden daha yukarı kaldırmıyorsun...
neden yukarı kaldırıyım ki?...
yazdığın şiirleri düşününce, dedi...

sonra bir gülümseme aldı beni elimde olmadan...
şiir hakkında söylenmiş en güzel cümleyi hatırladım:
We don't read and write poetry because it's cute. We read and write poetry because we are members of the human race. And the human race is filled with passion. Medicine, law, business, engineering, these are all noble pursuits, and necessary to sustain life. But poetry, beauty, romance, love, these are what we stay alive for...(dead poets society)

sonra yarım kaldı yine bu güzel his...
ben küçük ellerimin yarımlığında kaldım yine...
sonra yakınma diyorum kendime madem tam değilsin...
tam olmak için de bir şey yapmıyorsun
sonra diyorsun hayatın tam içinde olmak isterken onu dışarıdan izliyorum...
yarım kalkan ellerde kal o zaman

kızıyorum kendime...

can't take no more
can't take no more
can't take no more

(the gathering, you'll learn about it)