Pazartesi, Ekim 30, 2006

when you're safe inside your room you tend to dream
of a place where nothing's harder than it seems...
.Uzak.

gözbebeği:
insanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.

Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır...Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka gözbebeğim diye hitap edilir.


(elif şafak)

pervane olmak vardı...
dönmek...
kaç gündür yazmak istiyordum fakat bulunduğum yerde internet bağlantısı sorunluydu, yazamadım maalesef, bu tazecik blogumu öksüz yetim bıraktım birkaç gün, özür dilerim hem ondan hem de benim blogumu takip eden güzel insanlardan...
neredeydin ki sen diye sorarsanız,

daha önceki bloglarımda anlatmıştım sizlere İstanbul sevgimi, işte bu sevgiye eş değerde bulduğum bir başka yer de Kapadokya'dır...iki yer vardır çok farklı bir hisse büründüğüm, biri İstanbul biri de Ürgüp...iki yerde de çok değişik anlaşılmaz gizemli bir enerji vardır, bir köşeyi döndüğünüzde karşınıza ne çıkacağını çoğunlukla kestiremezsiniz...sürprizleri vardır bu iki güzel yerin...hiç sıkılmazsınız, hiç usanmazsınız gezmelere onda...
Her sene 2-3 defa giderim Kapadokya'ya, kaçış yerimdir orası, bol bol sessizlik ve huzur depolayıp döndüğünüzde evinize veya kampüsünüze size bir hafta kadar yeter o depo...sonra yeniden başlar karmaşa gürültü günlük telaşlar vs.
gittiniz mi hiç? giderseniz mutlaka Mustafapaşa'ya gidin! Sinasos diye de bilinen bu güzel mahalle eskiden Rum mahallesiymiş...o kadar güzel Rum konaklar var ki anlatılmaz gitmek gerek görmek gerek...içlerinde de duvar resimleri varmış ama ben görmedim, maalesef bakımsızlıktan yıkılmak üzere olanlar var; içeri girmeye izin yok. Kültür Bakanlığı "koruması" altındaymışmış...
dedim ya çok güzel şeylerle karşılaşabilirsiniz diye...mesela Sinasos'ta gezinirken bir Rum konağı gördük dün babamla gezinirken...baktım kapının üzerinde Yunanca harflerle bir şeyler yazmışlar...sordum bu ne? babam anlattı ki meğer Sinasos'ta Rum evlerinin çoğunun kapısının üzerinde "Ey güzel dost! Memnuniyetle hoşgeldin!" gibi güzel şeyler yazarmış...Hatta altında tarihi vardı 1893...Anadolu konukseverliğini bir kez daha anlamış olduk böylece...
İnsanları da pek güzeldir Ürgüp'ün bu arada...
çarşısını gezerseniz pek çok antikacı görürsünüz, en ünlüleri Aziz Baba ve Veli Baba'dır...İkisi de çok tatlı amcalar hakikaten ama ben Aziz Baba'yı daha bir çok severim...Aziz Baba aslen Mustafa Güzelgöz'ün oğludur...Mustafa Güzelgöz ise cumhuriyet aydınlanmasında çok büyük rol oynamış bir insandır, pek çok insan onu "Eşekli Kütüphaneci" olarak tanır, bir nevi çağdaş masal kahramanıdır... 1940lı yıllarda Ürgüp'te kütüphane müdürü olarak görevlendirilir ama kimse kütüphaneye gelmez okumaya...o da "o zaman ben giderim" diyerek alır eşeklerini yanına,kitapları taşır tam 36 köye...bunu yıllarca sürdürür, hiç karşılık beklemeden yalnızca insanlar okusun diye yapar...o senelerin büyük sorunlarından biri olan kız kaçırma ve töre cinayetleri (ki halen ne yazık ki vardır bu sorun) eşekli kütüphaneci sayesinde azalmıştır...İnsanlar okudukça aydınlanmışlar ve suç işlememeye başlamışlar...40'lı yıllardan bahsediyoruz düşünün...
Bu güzel insanın hayatı, köy enstitülerinin topluma kazandırdığı en önemli yazarlardan biri olan Fakir Baykurt tarafından romanlaştırılmıştır. Kitabın adı "Eşekli Kütüphaneci". Bu kitabı 3 yıl önce okumuştum sonra 2 yıl öne gittiğimde Ürgüp'e dedim ki " ama acaba yaşıyor mu eşekli kütüphaneci?" Meğer Aziz Amca'nın babasıymış...gittim saf saf "Aziz Amca yahu senin soyadın Güzelgöz ise senin baban meşhur eşekli kütüphaneci değil mi?" dedim o da benim kolumdan tuttuğu gibi babasının yanına götürdü!!!Çok heyecanlandım, konuştum onunla biraz sohbet ettik...Ne kadar tatlı bir adam, bana Atatürk'ten bahsetti, meğer 29 Ekim 1938'de(bakınız bugünle bağlantıyı böyle kurarım işte:) ) hani hep anlatılır ya Atatürk ağır hasta, Dolmabahçe'nin önünden içinde gençler olan bir vapur geçiyor Atatürk el sallıyor falan hatırladınız mı? Meğer Mustafa Güzelgöz o gençlerden biriymiş! Anlattı ki vapurdaki adam "Gençler, Ata'nız hasta, onu hiç üzmeyin olur mu?" demiş...ben tabi orda yaşayan bir tarihle karşı karşıya otururken nasıl mutlu oldum tahmin edebilirsiniz... ertesi yıl da öldü zaten, iyi ki tanışmışım diyorum şimdi...
Kapadokya'nın o uçsuz bucaksız vadilerine bakarken hele bir de güneş batıyorsa o an, görebileceğiniz bütün kırmızı turuncu sarı tonlarını izlerken sanki içinize sonsuz bir mutluluk hissi doğar, istediğiniz herşeyi yapabilme gücüne sahipsiniz diye düşünüyorsunuz, sonra bütün düşünceleri bırakıp manzaranın muhteşemliğine bakıyorsunuz...

gitmek istediğiniz yerlerin listesine ekleyin:)

çok yazdım galiba yine ama canım daha yazmak istiyor n'apalım:)

bayram da çok güzel geçti, bol bol yedik, gezdik, ziyaretler, el öpmeler (fakat harçlık vermediler:) ) görmediğim arkadaşlarımı gördüm hasret giderdim,mesela bu güzel insan:



Tuğçe alabildiğine güzel bir insandır, çok tatlı çok akıllı bir hanım kızımızdır:), kaç yıllık en yakın arkadaşlarımdan biridir, onun yanında kendinizi çok duru hissedersiniz, bütün yapmacık renklerden uzaktadır. Özlemiştim çok iyi oldu görüştüğümüz, çok iyi geldi...ailemle de hasret giderdim bol bol:

iyi geldi çok geçtiğimiz hafta, eminim çok arayacağım bu ilerleyen günlerde...
şu an bile yapılacaklar listesi gözümde büyümekte...ya da hiçbirini yapmasam mı?hm?:)
ah hayat zor be azizim...
her adımımız mezardan kaçmak için ama her nefes alışımızda daha bir yaklaşıyoruz oraya...o zaman biz nereye koşuyoruz?bilinmez...(İntibah'tan esinlenilmiştir:))
kalın sağlıcakla...

Salı, Ekim 24, 2006


bilmiyorum neden,
bugün Güllerin İçinden şarkısını dinlerken ilk kez gözlerim doldu...

tekrar tekrar dinledim gözlerim kapalı
mutluluğu hissettim
dupduru...
hepinize armağanım olsun, ruhunuz dinlensin...


Pazartesi, Ekim 23, 2006

planlar

kaç gündür size güzel şeyler yazmak istiyordum başımdan geçen veya beni düşündüren, yeni şeyler öğrendim bu günlerde...yeni yeni planlarım var hadi bakalım...

dedim ya uzaklara çok uzaklara
çok da zor değil aslında gitmeye karar vermek, nereye gideceğin önemli ya da daha da önemlisi kiminle gideceğin...bilirsiniz ki bazen nereye gittiğimiz önemli değil;önemli olan kiminle gittiğimiz...ama konudan sapmadan,
en yakın gidebileceğim yerler arasında İstanbul şehri var...
"İstanbul Gezi Rehberi"ni kapıp gezsem şöyle gizli saklı kalmış yerleri...
neden sen İstanbul'da değil misin?diye sorarsa eğer Sabancı dışı arkadaşlarım, hayır değilim...ben rahmetli dedemin dediği gibi "yorgun domuzun bile dinlenemeyeceği kadar uzak" bir yerdeyim:)
evet listenin başında istanbul var, hatta bu güzel şehri benim kadar seven biri varsa bana da gidilecek güzel keşfedilmemiş yerler listesi yapsın göndersin, çok güzel olur!

bu arada bizde 3 gündür kalan Meksikalı 76 yaşında bir teyzecik var çok tatlı kendisi, çok şey öğrendim bizim kültürlere dair mesela aklıma gelenleri söyleyeyim:
_Meksikalı bir atasözü: La sopa, el cafe y la mujer debe ser caliente (çorba, kahve ve kadın sıcak olmalı!):)

_Tavuğu biz beyaz et diye bilirdik meğer öyle değilmiş Meksika'da
tavuklu çorba yapıyorduk geçende "Aa...sizin tavuklar beyaz" dedi ben de "hmm...ilginç bir saptama" derken anlattı ki sarı bir çiçekle boyuyorlarmış tavukları, farklı bir lezzet veriyormuş...

_Çok gezmiş bir de bu güzel teyzemiz...adı Gildarda bu arada:) Guatemalalı biriyle evlendiği için uzun yıllar Guatemala'da yaşamış annemlerle tanışmaları öyle gerçekleşmiş...bize uzuuun uzuuuun Küba'yı anlattı
ki Küba benim en çok gitmek istediğim yerdir!!
bütün Latin Amerikalı kadınların ortak özelliği gibi Gildarda da çok konuşmaktadır:)ama çok ilginç şeylerden bahsetmektedir o yüzden gece geç saate kadar o anlattı Küba'yı ben dinledim...
insanlar çok yardımsevermişler, Küba tıp eğitimiyle ünlüymüş Amerikalı doktorlar oraya ihtisas yapmaya giderlermiş. Çok neşeli olduklarını da unutmamak gerekir bakınız şen bir Kübalı:



bu güzel insanı İstanbul Caz Festivalinde 2003 yılında izlemiştim, nasıl dans ediyor, nasıl salsalar merengueler...yetmez öğretsen zeybeğin allahını oynar düşün ki...(abarttım mı ki?:)
konser boyunca kimse oturmadı, her şarkıya uydurduğu ritmle "Mehaba Estambul! Mehaba Estambul!" diye alkışladı, ben korktum ölecek diye yaşlı başlı dediğin hani böyle evin bir köşesine oturur, artık çekilir kabuğuna diye düşünürdüm....
-misal buna Compay Segundo(buena vistanın esas adamı), adam 95inde...5 çocuğum var 6.sına çalışmaktayım diyor ağzında her zamanki purosuyla...:)diyor ki bak bu puroya ben 5 yaşındayken başladım, küçükken ninemin purolarını ben yakardım 90 yıl olmuş vay be..."Hayatta en çok sevdiğim üç şey: çiçek, puro ve kadın":)-

Buena Vista Social Club belgeselini izlemiş miydiniz bilmiyorum(çok tavsiye ederim harikadır!), o insanların yaşamları, düşünceleri, müzikleri, mutlulukları bir başka...İbrahim Ferrer'in evini gösterdi, çok mütevazı bir ev...evinin bir köşeciğinde bir azizin küçük bir heykeli var, ona her gün çiçek sunuyormuş, Rom sunuyormuş her gün (ben seviyorsam benim azizciğim de sever) diyor bu arada Latin Amerikalılar İspanyolca'yı çok daha güzel konuşur çok tatlı konuşur, hemen her sözcüğe bir küçültme eki eklerler "ah bir kahvecik içeriz mariacığım" gibisinden:):)sonra İbrahim Ferrer parfüm de sıkar heykele, evden çıkmadan hem bana hem ona der...

böyle işte, bir hayal edin ...


İbrahim Ferrer bir ayakkabı boyacısıydı ve mutluydu...


böyle küçük bir ülke böyle büyük insanlar böyle güzel bir müzik...


gitmek gerek Fidel ölmeden...




çok mu şey istiyorum?:) ama ne yapayım ben öyle bir hayat istiyorum, gideyim gezeyim öğreneyim tüm dilleri öğreneyim (bu arada heeyy İtalyanca'ya başlıyorum:)
etrafımda her dilden her kökenden her dinden her yerden insanlar olsun...

bir de siz eksik olmayın yanımdan güzel insanlar...başka ne isterim...


Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın


(A. Behramoğlu)

hepinize kucak dolusu sevgiler, iyi bayramlar:)
boş

bir kimseye
bir nesneye
bir yere ait olamama hissini bilir misin?

dokundukların senin değil
özlediklerin yoklar aslında
baktığın sen değilsin aynada
ayna sana ait değil...


bazı bazı
yok olmak istemedin mi
veya uçmak uzaklara?
çok uzaklara...
yoksunluğundan kanatlarının
ait hissetmediğin yerlere takılı kalmak
basit bir labirentte
günlerce kaybolmak
başına gelmedi mi...


bilmez misin
ağlamamayı öğrettiler bize
oysa ağlamak bir aidiyetti
gözyaşların sana aittir
bir tek sen bilirsin neden ıslandığını yağmurlarında...


bir kimseye ait olamama hissine gelince
o zaten
bir hissizliğin verdiği histen ibaret değil midir...

Cuma, Ekim 20, 2006

bir haftadan beri şarkı söylemiyordum

içimden gelmiyordu, ki beni tanıyanlar bilir şarkı söylemiyorsam bu kötüye işaret...

ama şu an herşeyi bir kenara bırakıp, ne gelecek ne geçmiş ne eş ne dost ne de aidiyet hissi hissizliği...

sesimin önünden çekilip şarkılar söylüyorum bağıra çağıra...

zaten arkadaşlarım da alıştı artık kapıdan "strangers in the night..." diye dans ederek girmelerime....:)

o zaman sing sing sing...

Perşembe, Ekim 19, 2006


İstanbul'u anlat bana güzel çocuk
yaşamayı anlat...
söyle,
hiç hiç yaşamadıklarını...
sebebini anlat gözlerindeki yağmurların
parmaklarımda hissettir rüzgarları
martıların çığlıklarında...
n'olur
yaşamayı anlat bana
İstanbul'u anlat...